2 Mart 2016 Çarşamba

İstanbul’un Kuruluşuna Ait Efsaneler

Timaoş’un Oğlu İstanbul’un Kurduğu Şehir


Söylenegelen odur ki, bir zaman Diyarbakır’a, Batos ve Yuhanna adlı iki yiğit kardeş egemendiler. Batos kentin doğusunda, Yuhanna batısında otururdu. Yuhanna’nın Zeure, Batos’un Dûrre adlı güzel birer kızları vardı. Yuhanna, Dara kentinin kralı Mitaos’a elçiler gönderip kızı Meryem’i imledi. Meryem, güzel ve akıllıydı.


Gelin geldiği Diyarbakır’ın suyunu, havasını, boranlarını ve bahçelerini beğendi. Dadısından kente ilişkin bilgiler sordu, kimin kurduğunu öğrenmek istedi. Geçmişi bilen, geleceği tahmin eden akıllı ve olgun dadı şunları anlattı: “Ya Meryem, ilkin şunu öğren. Bu kenti, Yunan kentlerinden Anadolu kentlerine kadar ülkeleri alan Roma imparatoru Timaoş kurmuştur. Bu Timaoş’un ataları,  Hz. Ishak’a ve Hz. İbrahim’e kadar çıkar. Kudüs’te Beytü’l-Hikmet’i kuran da odur. Çok mala sahip olduğundan, yeryü-zündeki tüm kentleri almak dileğindeydi. Timaoş’un İstanbul adında bir oğlu vardı. İstanbul, babası Timaoş’a, yeni bir kent kurmak ve kendi adını vermek işleğini açıkladı.


Amacının, dünya durdukça adının unutulmaması olduğunu bildirdi. Timaoş oğluna izin verdi, sen bilirsin dedi. İstanbul, babasından bu izni alınca hazinesini açtı, ustalar, mimarlar getirtti. Altı fersah uzunluğunda bir sur yaptırıp kendi adıyla anılan büyük bir kent kurdu. Dört yıl padişahlık edip öldü. Yerine oğlu Koslantin geçti. Bu kez, yarım kalan kenti Koslantin tamamlattı. Bu nedenle kente hem İstanbul, hem KosIantin derler.


Kartalların Kurduğu Şehir İstanbul


İstanbul’un bir başka kuruluş efsanesi de Bizans İmparatorluğunun simgesi olan kartalla ilgilidir.


Derler ki, çok ama çok eski zamanlarda şimdiki İstanbul kentinin bulunduğu yerin her yanı tepeler ve ağaçlarla kaplıymış ve orada kimsecikler yaşamıyormuş. Karşı kıyılarda, o zamanlar Khalkedon (Kadıköy) diye bilinen yerde Büyük Konstantin bir kent kurmak istemiş. Bunun için de gerekli araç gereç ne varsa hepsini hazırlatmış. Tam işe koyulacakları gün bir de bakmışlar ki ortada ne araç var, ne de gereç. Hepsi de yer yarılmış yerin dibine geçmiş sanki. Bu işin nasıl olduğunu hiç kimse anlayamamış.


İkinci gün imparator yeniden araç gereç getirtmiş, ama bekçilerin bütün uyanıklıklarına karşın nasıl olmuşsa olmuş, onlar da ortadan yok olmuşlar.


Üçüncü gün imparator başka araç gereçler buldurup getirtmiş. Bu kez gece gündüz aletlerin başına nöbetçi dikmiş. Gündüz böylece olaysız geçmiş. Ama gece olunca bir de ne görsünler! Bir kartal ordusu gelip aletlerin üzerine çökmemiş mi! Kartallar ne var ne yoksa kaldırdıkları gibi o dağlık, ormanlık, insansız yere götürmüşler.


İmparator o zaman bu kartalları ilahi iradenin yönlendirdiğini, kentin de oraya kurulmasının istendiğini anlamış, Konstantiniye’nin orada yükselmesi için buyruk vermiş.


İmparatorlar, Tanrı tarafından gönderilen bu kuşların anısını yaşatmak için kartalı o günden beridir Bizans’ın simgesi olarak kabul etmişler.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.