17 Mayıs 2016 Salı

Göklere Çıkmak İsteyenler ve Sonsuz Hayat Arzuları

İnsanlar arasında göklere çıkmak; Tanrılara yakın, olmak sonsuz hayata erişmek arzusundan ileri gelmektedir. Sümer tanrıları sonuz hayatı kendilerine ayırdıklarından Dumuzi adındaki balıkçıdan başka bu maksatla göklere çıkanlar olmamıştır. Sümer’lerden Etana da Güneş tanrı Şamaş‘in karukna binerek göklere çıkmak istemişse de, yükselken de başı dönerek  yere düşmüş, ölmüştür. Akkat’ların  Ziyutsudu, Sümer’lerin Utanapiştim adını, yedikleri insan, Tufandan kurtulduktan sonra, Tanrıların ernri ile yalnız sonsuz hayat verilerek dünya yüzündeki bir adaya gönderilmiştir. Sümer kahramanı Gılgamış ta, arkadaşı Enkidu’nun ölümünden sonra, çok korkmuş, sonsuz hayata erişebilmek İçin büyük zahmetlere katlanarak, Uta-napiştim’in kaldığı adaya kadar gitmiş ise de nihayet mahrumiyetle dönmüştür


Ay’ın sevdiği öksüz kız ise, ay’ın emri ve yardımı İle göklere çıkmıştır. Altaylıların, Yakut’ların törenleri sırasında Şamanlar; Suyla, Karluk, Yula adındaki ruhlarla göklere çıkarlar, çok durmadan geri dönerler. Teptengeri denilen Moğol Kâhini de bir boz ata binerek göklere çıkar, dolaşır, dönerdi.


Yunan tanrıları; insanları göklere çıkarmak yahut yeryüzünde bırakarak onsuz hayat vermekte cömert ve gevşek davranmışlardır. Bunlara ölmeyerek genç kalmayı ihsan ettikleri gibi, yalnız ölümsüz hayat verdikleri de olurdu. Ama insanlar kendilerine genç kalma verilmediği için git gide ihtiyarlıyor, kudret ve kuvvetleri kalmayınca öyle bir hâle geliyorlardı ki artık hayat onlar için tahammül edilmez bir yük oluyordu.


Türk tanrıları ise bu iş üzerinde titiz davranarak, İnsanlara sonsuz hayatı kolay kolay vermedikleri gibi, göklere çıkarak oturmalarını da uygun bulmuyorlardı.


Şimdi, göklere çıkan veya çıkmak isteyenlerden bir kaçı aşağıda açıklanacaktır:


Dumuzî


Bir Sümer balıkçısı iken îştar onu sevdi. Bu yüzden göğe alınarak tanrılaştırıldı. Dumuzi, Yunan mitolojisindeki Adonis gibi kendi güzelliğine hayran bir gençti. Dumuzi tanrılaştıktan sonra Hintlilerin Vasanta’sı, Keltlerin Dağde’si gibi mevsimlerin, buğdayların, arpa gibi bitkilerin ve çobanların tanrısı oldu. Her senenin ilkbaharında kendini gösterir, buğdaylar biçildikten sonra sonbaharda yerin altına da inerdi.


Bu inişlerin birinde cehennem, tanrıçası Ereşkigal da, Dumu-zi’ye aşık oldu, yeraltında alıkoydu. Bunu haber alan iştar çileden çıktı. Tanrılık işlerini bırakarak Dumuzi’yi bulmak için yeraltına, cehennemlere indi.


Cehennemin sıcaklarından çok bunaldıktan sonra, Ereşkigal’-m yanma vardı. iki rakip kız kardeş olan tanrıçalar birbirine çattılar. Nihayet Ereşkigâl, kardeşi iştar’ı da cehenneme hapsetti.


İştar cehennemde sıcaktan bunaldıkça ve Dumuzi de yeraltında bulunduğu müddetçe, dünyadaki bitkiler sararmaya, kurumaya başladı. Tanrılar bunun sebebini anladıkları zaman telâşa düştüler. Hemen Ereşkigal’e baş vurdular. Ereşkigal’in, iştar’a hıncı çoktu. Nihayet tanrıların ısrari karşısında Dumuzi’yi, iştar’a teslimden başka çare olmadığım anladı. istemiyerek bazı şartlarla serbest bıraktı.


Ereşkigâl, Dumuzi’yi çok severdi. Eğer Dumuzi isterse, Ereşkigal cehenneme gitmiş bir insanı tekrar dünyaya gönderirdi. Dumuzi büyük tanrı Anu’nun (Anosmas) taki sarayının kapısında bekçilik te etmişti.


Dumuzi’nin senbolü koyun idi.


Adapat


Kış bölgesinin efsaneleştirilmiş kahramanıdır. Adapat, bir gün denizde balık avlarken bir fırtına çıktı, kayığını devirdi. Adapat buna çok kızarak kayığını deviren kuzey rüzgârının kanatlarını kırdı. Büyük tanrı Anu, Adapat’m bu hareketi-ayrıca da mükâfatlandırma maksadıyla onu ölümsüzler araya girdi, Anu’ya yalvardılar, o da bunları kırmadı. Adapat’ı affetti, ayrıca da mükâfatlandırma maksadıyla onu ölümsüzler arasına almak istedi. Bunun içip de ona ekmek ile su verdi. Ama Adapat’m koruyucuu Ea (Enki); daha önce, yememesini tembih etmişti. Adapat, Ea’nın bu tenbihini hatırladı. Anu’nun verdiklerini yemedi, içmedi. Eğer bunları yese ve içseydi, hem kendisi, hem de bütün insanlar ölümsüzler arasına girmiş olacaktı.


Etana


İnsanlarla hayvanların bir arada yaşadığı eski zamanlarda çobanlara krallık etmiştir.


Etana şu sebeple göğe çıkmak istemiştir. Bir gün, gebe olan karısının doğurabilmesi için, doğumu kolaylaştıran (hayat otu) nu aramakta idi. O sırada güneş tanrı Şamaş’ın kartalma rastladı. Ona maksadını anlattı. Kartalın; aradığını ancak gökte bulacağım söylemesi üzerine, Etena buna inandı. Kartal onu sırtına aldı. Orada bulunanların hayret ve telâşları arşsmda havalandılar, önce Etena’yı tanrı Anu’nun bulunduğu göğe çıkardı. Ama orada durmadılar. Kartal onu Anu’nun kızı İştar’ın bulunduğu kata götürmek istedi. Etena da uygun buldu. O kadar yükseldiler ki Etana’nın başı dönerek kartalın sırtından yere düştü, öldü.


 

15 Mayıs 2016 Pazar

Türk Mitolojisinde İnsanın Yaradılışı

İnsanın yaradılışı üzerinde Türk boyları arasında çeşitli efsaneler vardır.


Bu efsanelerden bir kaçı:


1— Altaylı’lara  göre; önce yalnız Kara Han ile sular vardı. Bu büyük tanrı tek başına canı sıkıldığı için bir insan yarattı. Bu insanın kanatları vardı, suların üzerinde uçuyordu. İnsan buna kanaat etmedi, yükseklerde uçmak istedi. Kara Han onun maksadını anladığı için uçmak kudretini aldı. Kanatlan işe yaramadı, suya batmağa başladı. Bunun üzerine Kara Han’a yalvardı, o da acıdı, her hassayı yeniden ona verdi, ama uçmak kudretini vermedi. O halde bu insan için kara lâzımdı. Kara Han gene düşündü. Yıldızlardan bir avuç toprak suların üzerine serptirdi. Böylece karalar oldu.


Kara Han ada şeklinde türeyen bu ilk karaya dokuz dallı bir çam dikti, her birinin altında birer adam daha yarattı. Bu-dokuz adamdan dokuz ırk türedi. Bu insanlara iyi yolu göstermek için de (Yayık) ı yarattı.


2— Yine Altaylı’larla Yakut’larm bir inanışına göre; Kara Han’ın oğlu büyük tanrı Ülgen, insan vücutları yarattı, bunların canı yoktu. Can vermek için Kara Han’a bir kuzgun gönderdi. Kara Han, Ülgen’in yarattığı insan için istenilen canı verdi. Kuzgun da canı gagaları arasına sıkıştırarak geri döndü. Yol uzundu. Kuzgun acıktı. Uçarken yer yüzünde bir deve leşi gördü. Iştihası onu leşe doğru sürüklüyordu. Fakat kuzgun leşten uzaklaştı, yoluna devam etti. Biraz gittikten sonra gözüne yerde bir at leşi göründü. İştihası kabaran kuzgun kendini tuttu, leşin yanından geçti. Son kuvvetini vererek uçan kuzgun bu defa bir inek leşi gördü. Bu leş kuzgunu daha çok kendine çekti, kuzgun: (Ah ne güzel) dedi. Bunu derken gagalarını açınca can bir çam ormanının üzerine düşerek ağaçlara dağıldı. Bunun içindir ki çamlar kışın, yazın yapraklarını dökmez, canlı dururlar.


Kuzgun havada uçarken, gecenin yansında Erlik Han yeraltından çıktı. Yer yüzünde bir saray gördü, yavaş yavaş yaklaştı. Bu sarayda Ülgen’in insan cesetlerinin yattığını anlardı. Bu cesetleri Erlik’in fenalıklarından korumak için Ülgen bir köpeği bekçi koymuştu. O zaman köpekler insanlar gibi tüysüzdü. Erlik, köpeğe : (Beni bu saraya bırakırsan sana kürk veririm. Daha üşümezsin. Hem sana öyle bir yemek veririm ki, bu yemeği yersen bir ay açlık duymazsın.) dedi.


Köpek bu sözlere kandı. Erlik’i saraya cesetlerin yanma bıraktı. Erlik, kendi canından üfledi: (Bunların hepsi benim gibi olacaktır) dedi. Cesetler canlandı. Bunlar erkek ve kadın idi.


İşte yeryüzünde insanlar böyle türedi. Yâkut’ların bir efsanesine göre de; ilk insan yarı &t, yarı insan şeklinde gökten inmiştir.


3 — Bir Al tay efsanesinde de; tuzlu suları temsil eden Tia-mat’ın ikinci kocası Kingo, insan yaratmak istedi. Buna kızan tanrılar Kingo’yu kestiler. Kanı ile insan hamuru yoğruldu.


Böylece insanlar meydana geldi.


4— Bir başka efsânede de; büyük tanrı yer yüzünde bir insan yarattı. Bu insan erkekti. Bir gün bu insan uyurken şeytan onun göğsüne dokundu. Bunun üzerine kaburgalarından bir kemik büyüyerek yere düştü.


Bundan da bir kadın meydana geldi. Ama yine Altaylı’Iara göre böylece yaradılan ilk insanlardan erkeğin adı Törüngey, kadının adı da Eje’dir


5— Budist Türklerin bir efsanesinde de; Tanrı güzel bir kız olan (Rin ta no d gar) i gökten yere indirdi. Kendisi ile beraber bulunacak bir erkek yer yüzünde henüz olmadığı halde çok çocuk doğurdu.


Bu da insanların ilk anası oldu.


6 — Bir Sümer efsanesinde de; tanrılar kendilerine hizmet edecek varlıkların olmasını düşündüler. Bu işle Ea’yı görevlendirdiler. Bunun üzerine Ea, çamurdan bir insan yaptı, ona can verdi. İşte insan, hayâlini ulaştırabildiği kadar çeşitli efsanelerle kendini yarattıktan sonra dahi, cismini normâl ve rahat şekilde bırakmamış, gitgide başka yaratıkların uzuvlarından da katarak insanla karışık acayip yaratıklar ortaya getirmiştir.


Kara Han’ın yarattığı ilk insana kanat takıldığı, Dede Korkut hikâyelerinde geçen (Tepegöz) e tepesine yalnız bir göz, Cengiz’in ceddi olan Bataçihan’dan sıra ile yetişen evlâtları arasında Duma-Sohor’un alnı ortasına bir göz konulmuş, sudan çıkan ilk insan Oannes’in vücudu insan, başı ve sırtı balık olarak gösterildiği gibi, it başlı, sığır ayaklı, yarısı akrep insanlar türetilmiştir.  Büyük işler yapan bir takım insanlar hakkında; merak ve korku uyandırmak, yahut kudretli göstermek maksadiyle vücutları çok büyütülenler de olurdu: Saka Türk’leri kahramanlarından Alp-Er-Tonga, Semerkant kalesinde otururken ayaklarını Zerefşan deresinde yıkardı. Sümer kahramanı Gılgamış’ın da boyu on metre idi.


Yakın doğu milletlerinin mitolojilerinden gelen bir efsânede de Deccal çok iri ve uzun bir adamdır. Başı bulutlardan dışarı çıkar, derin denizler topuğuna kadar gelirdi. Yine yakın doğu mitolojisi ile gelen (Uc Bin Unk) da o kadar büyük idi ki, başı Deccal’ın başı gibi bulutlardan dışarı çıkar, balığı denizden alır, güneşe tutarak kızartır, yerdi. Nuh tufanı zamanında su onun ancak dizlerine kadar çıkabilmişti.


Bunları yalnız Türk Mitolojisinde değil, her milletin mitolojisinde bol bol görmek mümkündür. Şu var ki, sosyal bünyenin ana geleneklerine, derin inanışlarına bağlanmak zorunda bulunan insanlar, çizdikleri bu gibi çeşitli tabloların hududunu aşamazlar, Gördüklerinin dışına hayallerini kaydırmağa yaradılış kanunları izin vermezdi. Ancak kendinden ve gördüklerinden materyel almakla yetinebilirlerdi.


 

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Türk Mitolojisinde “Toprak”

Beş kutsal unsurun en verimlisi topraktır. Dünya yüzündeki toprak ve kara tabakasının türeyişi şöyledir:


Büyük tanrı kara Han (Kayra Han); suları yarattıktan sonra, bir kuğu kuşu gönderdi. Denize dalan bu kuş, denizin dibinden gagası ile çamur alarak çıktı. Kara Han’ın emriyle gagasındaki çamurları suların üzerine serpti, karalar böyle meydana geldi. Sonra Kara Han’ın oğlu Ülgen de; ilk insanları topraktan yaptı.


Tanrı ayarında sayılan (Ağaç Han); toprağı ve ağaçlan temsil eden, koruyan bir kudrettir. Tanrıça Aruru ise; bir parça çamurdan Gılgarruş’ın arkadaşı Enkidu’yu yaratmıştır.Toprağın altındaki âlemin tanrısı olan Erlik Han, yer altındaki sarayının kutsal yeri olan ocağım ve bacasını çamurdan yaptırmıştı. Kırgız’ların bir efsanesine göre, Türklerin ilk babası ve anası da topraktan şöyle türemiştir.


Karadağda bir mağaraya sellerin yığdığı toprak birikintisine güneş tanrı sıcaklık, sonra da can vermiş, Türklerin ilk babası olan (Ulu Ayata) böyle türemiştir. Bundan kırk yıl sonra da tekrar o mağarada biriken sel yığınına güneş tanrı yine sıcaklık ve can verecek Türklerin ilk anası olan (Ulu Ayana) türemiştir. Bunlar yüz yirmişer yıl yaşamışlar, öldükten sonra onlardan yetişenler büyük baba ve analarının türediği bu mağaraya bir altın taht, üzerine de (Ulu Ayata)nın altın heykelini koymuşlar, her yıl bir defa toplanarak tören yapmışlar, kurban kesmişlerdir. Ölenleri yakanlar, suya atılanlar, kurtlara, kuşlara teslim edenler olduğu gibi, ilk insan topraktan yapıldığından, son gidilecek yerin de yine toprak olacağım kabul edenler çok olmuştur. Toprağın üstü, besleyici bir ana, altı da başka bir hayat filanını kapsayan, özellikle cehennemler ülkesini de içinde bulunduran bir âlemdir.


Bütün yaratıklar toprağın üzerinde ve içinde beslendiği gibi, Sular ve içindeki hayvanlar da yine toprağın üzerindedirler. En kahraman kuşlar ne kadar yükseklerde uçsalar dahi nihayet toprağa iner, dinlenir, beslenirler.


Türkistan’dan gelerek kuzey Chi’lerin arasında yerleşen bir efsaneye göre; koyunlar dahi otlar gibi topraktan biter. Toprağa koyun kemiği ekilecek olursa,


Oradan kuzular çıkar. Ama bu kuzuların göbeği toprağa bağlıdır. Oradan koparak serbest kalabilmeleri için ürkütülmesi lâzımdır. O zaman bağları kopar, serbest kalırlar. Gök tanrılarının döktürdüğü bereketli yağmurlar, güneş tanrının verdiği sıcaklık, ışık ile her şeyi toprak yetiştirmektedir. Bitkileri, yaratıkları yaşatma şartlarını o taşımaktadır.


Bunun içindir ki Türkler; Göğe (Ata), Toprağa da (Ana), demişlerdir.


Toprak altı âlemi hakkındaki çeşitli inanışlarladır ki ölenlerle beraber, ya kurban olarak, yahut ölene arkadaşlık ve hizmet etmek üzere insanlar ve hayranlar da canlı olarak gömülmüştür. Ateş, deniz, su ve ağaç gibi kutsal unsurların tanrıları olmakla beraber, bu unsurları toprak ya içinde barındırmakta, yahut yetiştirmekte ve üzerinde taşımaktadır. Derler ki (Toprak hem bitirir, hem yitirir: Toprak her şeyi hem yetiştirir, var eder, hem de yok eder).


Bütün yaratıklar toprağın üzerinde ve içinde beslendiği gibi, Sular ve içindeki hayvanlar da yine toprağın üzerindedirler. En kahraman kuşlar ne kadar yükseklerde uçsalar dahi nihayet toprağa iner, dinlenir, beslenirler.


Türkistan dan gelerek kuzey Chi’lerin arasında yerleşen bir efsaneye göre; koyunlar dahi otlar gibi topraktan biter. Toprağa koyun kemiği ekilecek olursa, oradan kuzular çıkar. Ama bu kuzuların göbeği toprağa bağlıdır. Oradan koparak serbest kalabilmeleri için ürkütülmesi lâzımdır. O zaman bağları kopar, serbest kalırlar.Gök tanrılarının döktürdüğü bereketli yağmurlar, güneş tanrının verdiği sıcaklık, ışık ile her şeyi toprak yetiştirmektedir. Bitkileri, yaratıkları yaşatma şartlarını o taşımaktadır. Bunun içindir ki Türkler; Göğe (Ata), Toprağa da (Ana), demişlerdir.

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Tanrıların Karakter Ve Görevleri

Türk tanrıları genel olarak iyilik yapmaktan hoşlanırlar. Mert ve doğrudurlar. İyilik yapmayı, bereket, bolluk dağıtmayı ve adaletli olmayı ana görevlerinden bilirler. Tanrıçaların da çoğu şefkatli, merhametli, cömerttirler. Kötülük tanrılarının sayısı çok değildir. Ancak bunların eli altında kötü ruhlar, zebaniler, cinler, şeytanlar bulunuyordu ki fenalıklar bunlar vasıtası ile yapılırdı.


Türk tanrıları görevleri bakımından şöyle toplanabilir:


İlkel yaratıcı gök tanrıları, iyilik yapan koruyucu tanrılar, kötülük ve yeraltı tanrıları, fırtına, gök gürültüsü, şimşek, yıldırım, yağmur, savaş, adaet, hastalık ve ölüm tanrıları, güzellik tanrıçaları, cehennem tanrı ve tanrıçaları, kahraman tanrılar, kozmik varlıklarla temsil edilen tanrılar, hayvanların, bitkilerin, çobanların, tanrıları, bereket, bolluk, mevsim tanrıları, deniz, su, dağ, orman, nehir, demir, mâden, ateş tanrıları, bölgelerin koruyucu tanrıları.


Zeus gibi çapkın, Diyonizos ve Baküs gibi sarhoş şarap tanrılarının, Türk tanrıları kadrosunda bulunmasına Türk karakteri müsaade edemezdi. Şunu da belirtmek gerekir ki; Kelt’lerin Ogmios’ı, İskandinavyalIların Braya’sı gibi şiir tanrıları, Yunanlı’larm Apollon’u Şunu da belirtmek gerekir ki; Kelt’lerin Ogmios’ı, İskandinavyalIların Braya’sı gibi şiir tanrıları, Yunanlı’larm Apollon’u gibi müzik tanrısı şimdiye kadar bilinen Türk tanrıları arasında görülemedi.


Fenikelilerin îşmun, İskandinavyalIların Egra, Yunanlı’j ların Asklopiyos’u gibi tıp tanrılarının görevlerini; Hitit’lerdd Kamruşşaba adındaki tanrça ile eski Türk tanrılarından Rudra görürlerdi. Rudra’mn bin çeşit kadar ilâcı vardı. Bunlarla sevdiklerine bin yıl ömür verirdi.


İyilik Tanrıları


Altaylı’ların ilk büyük tanrısı Kara Han, bir iyilik eseri olarak her şeyi yaratmıştı. Oğlu Ülgen, iyilik yapmayı severdi. Dünya yüzündeki insanları körmös’lerin şerrinden korumak için oğullarını bile görevlendirmişti. Sümer’lerin Anu’su, Enlil’i, Ea (Enki) sı da bu tip tanrılardandır. Ancak Enlil bir ara insanlara ‘kızmış, Tufanı yapmışsa da, sonra pişman olmuş, insanlarla barışmıştı.


Yunan mitolojisindeki en büyük tanrı Zeüs; kurnaz, keyif ehli bir tanrı idi. Kadınları kandırmak için çeşitli kılıklara girer, hiyleler yapardı. Karısı Hera gibi şirret bir tanrçadan çekinmese daha çok ta ileri giderdi.


Türk’lerin tanrıları ise böyle değildir. Tanrıçaların da çoğu merhametli olmakla beraber güzeldirler. Göğün altıncı katında oturan Altaylı’ların Günana’sı şefkatin bir senbolü idi. Yine Altayliriarın  iline’si de böyledir. Ayzıt ise güzelliğin senbolüdür. Ancak Sümer’lerin iştar’ı bir bakımdan Yunan’lıların Afrodit’ine benzer.


Hitit’lerde, Sümer’lerde her bölgenin, her şehrin, hatta her insanın koruyucu tanrıları vardır. Bunlar bölgelerindeki insanları kötülük tanrılarının, fena ruhların musallat ettikleri hastalıklardan, felâketlerden korurlar. İyilik tanrıları ile kötülük tanrıları arasında insanları korumak için mücadele eksik olmazdı. Çok defa iyiler üstün gelerek. insanları bunlardan kurtarır. Ama kötülük tanrıları durmazlar, fırsat buldukça hemen insanlara musallat olmaktan gecikmezler ise de iyilik tanrıları yetişerek, gelecek felâketleri önlerlerdi.


Kötülük Tanrıları


Altayh’ların kötülük tanrılarının başında Erlik Han gelir. Yerin altında oturan bu tanrı, kardeşi Ülgen’e benzemez. Emrinde bulunan ikinci derecedeki kötülük tanrıları ve ruhları ile işi gücü insanlara fenalık etmektir. Oğulları onun gibi değildir. Onlar yer yüzündeki insanlara iyilik yapar, babalarının idaresindeki fena ruhlardan insanları korurlar.


Fırtına tanrısı Nergal ile karısı cehennem tanrıçası Ereşkiğal, Sümer’lerin belli başlı kötülük tanrılarıdır. Targanneme adındaki Sümer tanrısı da yılan gibi zehirli ve kötüdür. Çok ta yalan söyler. Türklerden Hintli’lere geçmiş olan Rudra bir dereceye kadar hain ise de iyi tarafları da çoktur.


Sümer’lerin Nin-Gişzida’sı yerin altında bulunmakla beraber kötü sayılmaz. Yine Sümer’lerin Adat’ı yıldırım ve fırtına tanrısı idi. Altay Türk’lerinin göklerde yaşayan Yalpağan’ı da yedi başlı bir kötülük tanrısıdır. Yağmur tanrısı olan Ağada siyah deniz canavarı kılığındadır.


Eti’lerin de Manyos adında bir cehennem tanrısı vardır.


Tanrıların Oturdukları Yerler


Tanrıların bir kısmı gökte, yıldızlarda, bir kısmı da yer altında, denizlerde, yahut yüksek dağların başında otururlar. Sümer’lerin, Altaylı’larm, Yakut’larm ve Göktürk’lerin büyük tanrıları da göklerin en yüksek yerlerinde oturur.


Sümer’lerin büyük tapmakları da Tanrıların sarayıdır. Tanrılar bu tapmaklarda istedikleri zaman aileleri ile de otururlar. Ancak tanrıların buralara gelmesi için (Sedr) ağacı yakılır. Çünkü Tanrılar bunun korkusundan hoşlanır.


Sümer’lerde herkesin bir koruyucu tanrısı vardır ki, bu tanrı insanın bedeninde bulunurdu. Ama o insan bir günah işlerse tanrı onu bırakır, gider, yerini cinlere verir. Eğer o insan günahlarından tövbe ederse tanrı geri döner, yine insanın bedenine gelir. Bir inanışa göre de yer yüzünde (Yer-su) adı verilen oynedi tanrı vardır ki, bunların her biri bir bölgeyi idare ederdi.