3 Nisan 2016 Pazar

TÜRK MİTOLOJİ TARİHİ VE İNANIŞLARI

TAŞLAR


Genel olarak denilebilir ki, insanlar taşlara da tanrısal ve kutsal inanışlarla bağlanmış taşlardan şifa beklenmiş, bir takımlarının sihirli kuvvetlerinden medet umulmuş, Natüristlerce de tanrı tanınmıştır. Dokuz oğuz destanında: Buğu tekin’e rüyasında ak sakallı bir ihtiyar tarafından fıstık şeklindeki (Yeşim taşı) verilmiştir. Göç destanındaki (Kutlu kaya) da uğurlu bir taştı. Çinlilerin bu taşı Türk hakanını kandırarak götürmeleri (Göç) gibi büyük felâketlere sebep olmuştu.


Altaylı’ların kıyamet tasvirinde; denizin dibinde dokuz çatallı bir kara taş vardır. Denizlerin büyük çalkantılarla surları ayrılıp dipleri göründüğü zaman bu korkunç taş da görünerek dokuz yerinden ayrılacaktır. Yağmur taşı; yağdırdığı yağmurlarla, yaratıklara ve bitkilere hayat vermiştir.


Folklorda aldığı yere göre bazı taşlar çocuk doğurtur, bazıları da kısırlık yapar. Bir kadın çocuk doğurmak istemezse, taşı kırdırır, içinden alır, un haline getirir, cevizle karıştırır, yer. Artık bir daha çocuk doğurmaz. (Zümrüt taşı) denilen taşla da çocuğun kolay doğması sağlanmış olur. Doğurmakta zahmet çeken kadın, bu taşı sağ oyluğuna korsa hemen doğurur. Buhara taraflarında (Harezm taşı) denilen bir taş vardı. Bu, sihirli bir tastı. Kum hastalığına, mide zayıflığına ve idrar tutukluğuna İlâçtır. Bu taş suya atılır ve suyu içilirse, hasta iyileşir. Çiçek hastalığı da yine tasla tedavi edilir. Ancak, taşlar İçinde korkunç ve tehlikeli olanlar da vardır.


SULAR, SU DENİZ NEHİR GÖL KÜLTÜ


Suların akışından ve akarken çıkardığı seslerden de dinî ifadeler sezilirdi İslâmlık etkisi altında Yunus’un : Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu. Dediği gibi.


Folklora göre mübarek sayılan kuyular ve pınarlar ise çoktur. Terkibi bakımından şifa veren bazı sulara, ancak kutsal bir hassasının varlığı bakımından inanılır ve bağlanılırdı.


Bazı ölüler ve kurbanlar suya atılır, bunlar da su kanalı ile tanrılara ulaşmış olurdu. Nehirlere gelince; Altay Türkleri, hanlarının Khatum nehrinin kaynağında oturduklarına inanırlar, onun adına kurban keserek, kendilerine iyilik etmelerini yalvarırlardı. Kıpçak’lari ritiş ırmağını tanrı tanımışlardır. Yenisei’liler de Tom ve Kem ırmaklarını kutsal sayarlar.


Tamarmara nehrinin de Eti’lere göre Sulikatte adında bir tanrısı vardır. Kumarbi efsanesinde de Dicle nehri (Aranzah) adı ile bir tanrı olarak geçer. Müren denizi diye efsanelerde yer almış bir de denizden bahsedilir. Karanlıklara gömülü Kaf Dağının etrafı da kimsenin kıyışım görmediği bir denizle çevrilmiştir.


Göller içinde de efsanelerde en çok yer almış olan (Isığ) göl dür (I). Millî destanlarımıza göre, Türkler her tarafı dolaştıktan sonra bu gölün kenarına gelmiş, orada yerleşmişler, o civar Türk kahramanlarına uzun yıllar sahne olmuştur. Bu gölün etrafı ormanlar, otlak yerler, yüksek tepelerle çevrilmiştir. Suları da sıcaktır Bunun için Isığ göl denilmiştir. Kırgızlar da bu kutsal gölün etrafında yerleşmişlerdir.


Bars Han da Türklerin ana yurdu olan Isığ gölü her yıl törenle kutlardı. Bazı dağların başında bulunan (Volkanik) göllere de (Gök gölü) derlerdi. Bular da kutsal sayılır, At, Deve kurban olarak göle atılırdı. Sonraları bu hayvanların kâğıttan yapılmış olanları atılmaya başlandı.


AB-I HAYAT, YAĞMUR VE KAR YAĞDIRMAK, SUDAN ÇIKAN İNSAN VE YARATIKLAR


Yakın doğu milletlerinden gelen efsanelerde bir de Ab-ı Hayat vardır. Kutsal hassası olan Ab-ı Hayattan içen ölmez. Bu suyu kimse bulamamıştır. Kaynağı karanlıklardadır, ancak; Zülkameyn (İskender) ülkesini genişletmekte iken, bir yere gelmiş, o yerin insanları daha ileride bir denizin olduğunu, deniz aşılacak olursa karanlıklar diyarına varılacağını, orada; içenin ölmeyeceği bir su bulunduğunu haber vermişlerdi.


Bu seferde Hızır ile Ilyas ta onunla beraber bulunuyordu. Bu suyu gidip bulmaya karar verdiler, yola girdiler. Denizi geçtiler, karanlıklar diyarına vardılar. Zülkarneyn’in yanında karanlığı aydınlatan iki tane mücevher vardı. O, bunlardan birini Hızır’a verdi. Kendisi bir yola, Hızır ile îlyas’ta başka bir yola saptılar. Hangi taraf bu suyu bulursa, öbür tarafa haber verecekti. Hızır ile llyas epeyce gitmişler, nihayet acıkmışlardı. Yanlarında bulunan pişmiş balıkları bir su başında yemeye hazırlandılar, oturdular. O sırada Hızır ellerini suda yıkadı, ıslak ellerinden bir damla su, önlerindeki balıklardan birinin üzerine damlayınca, balık hemen canlandı, suya atladı. Balığın canlanması üzerine Hızır ile llyas aradıkları suyun bu olduğunu anladılar, bu sudan içtiler. Bunun için de ölmezler arasına katıldılar. Ama o sırada, bu suyu Zülkarneyn’e haber vermemeleri için görünmezlerden bir ses geldi. Bu ses üzerine Zülkarneyn’e bu suyu bulamadıklarını söylediler. Ölmezler arasına katılan Hızır ile îlyas ise, bundan sonra senede bir defa, sabaha yakın bir gül fidanı altında, yahut bir denizin kenarında buluşurlar. O güne (Hıdırellez) denilmiştir.


Ab-ı Hayat’a; Ab-ı Hayvan, Ab-ı Hızır, Ab-ı Câvidânî Ab-ı Zindeğani, Ab-ı Cevanî, Ab-ı İskender ve Ab-ı Beka gibi isimler verilmiştir. Tasavvufta ise Ab-ı Hayat, aşk çeşmesidir. Bundan içerek hakikî aşkı tadabilenler, maddî âlemin üstündeki ebedî varlığa kavuşurlar.


Ab-ı Hayat, Almanların Mirmir’i ve Hintlilerin Amrita’sı gibi sonsuz hayat veren içkilerdendir. Ancak bunlardan her birinin üzerindeki efsaneler başka başkadır. Yunan mitolojisinde de Nektar, içenlere sonsuz hayat verir.  Zeus, sevdiği Juventus adındaki peri kızını da nihayet kızarak bir çeşme haline getirmişti. O çeşmede kimler yıkanırsa gençleşir.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.