31 Ocak 2016 Pazar

Pamukkale Mitoloji “Oduncu Güzeli Efsanesi”

Topraklarımızdaki efsaneleri sizlere sunmaya devam ediyorum. Sırada Denizli şehrimizde Pamukkale travertenlerine ait mitolojik bir hikaye. Aslında sadece efsaneleri duymak bile o yerleri gidip görmemiz fazlasıyla merak uyandırıyor. Bu yer Pamukkale olunca güzelliğiyle de insanı cezbettiğini söylememiz gerekir. Ne mutlu ki gidip görme fırsatım oldu. Okulun düzenlediği bir organizasyonla böylesine güzel bir zenginliğe sahip olmamızın tadını çıkardım.


Hikaye geçecek olursak; Pamukkale’ye hayat veren termal suyun mitolojik çağlardan günümüze öyküsünde anlatılanlara göre, beyaz cennetin yaslandığı Çökelez Dağı’nın eteklerinde yaşayan bir oduncu ve onun kızı varmış. Kızın her yeri çıban ve sivilceliymiş. Bu nedenle de aynaya bile bakamaz, durgun sularda kendini seyredemez, utandığından kimselere görünmezmiş. Ona rastlayanlar da yolunu değiştirirlermiş. Oğlan anaları, “Aman çirkin kız, Allah oğlumu senden esirgesin” diye dua edermiş. Altın kalpli kız ise çirkinliğine, bu nedenle insanların ona reva gördüğü haksızlıklara hiç alışamamış.


Bir gün Denizli Beyi’nin oğlu, Çökelez Dağı’nda keklik avlarken su birikintisinin içinde sırma saçlı, güzel yüzlü bir kız olduğunu fark eder. Hemen onu alıp bir ağacın gölgesine yatırır. Bir süre sonra kendine gelen oduncunun kızı “Ben ölmedim mi” diye ağlamaya başlar. Neden ölmek istediği sorulduğunda çirkin olduğunu, bu nedenle herkesin kendisiyle alay ettiğini anlatır.


Beyoğlu, “Sen mi çirkinsin oduncu güzeli? Eğil suda kendine bir bak, senden güzeli var mı?” deyince, korkarak sudaki siluetine bakar. Bir de ne görsün… Sivilceli, her tarafı yaralardan geçilmeyen kız gitmiş, onun yerine dünya güzeli biri gelmiş. Meğer, Çökelez’in taşlarını Pamukkale yapan sırlı sular, oduncunun kızını da eşi bulunmaz bir güzele çevirmiş.


 


 

29 Ocak 2016 Cuma

Anadolu’daki Efsanevi Kahramanlık Hikayeleriyle Mitoloji

Tarihte milattan öncesine dayanan bir çok epik hikayenin yaşandığı zengin bir bölgede yaşadığımız için çok şanslıyız aslında. Bu şansımızı iyi değerlendirmek gerektiğini düşünenlerdenim. Bu yüzdendir ki sizler için bir yandan genel kültürünüze katkı sağlaması için bir diğer yandan da sahip olduğumuz toprakların kutsallığını vurgulamak için bu yazımı hazırladım.


İlluyanka Efsanesi


Anadolu’da uzun süre hüküm sürmüş olan Hititler devrinde İlluyanka Efsanesi olarak bilinen ve Hatti uygarlığı kökenli olduğu düşünülen bir efsane ve onunla ilgili bir tasvir günümüze ulaşmıştır. Hitit efsanesinde İlluyanka canavara verilen genel bir addır ve efsane iki versiyon halinde tabletlerle günümüze ulaşmıştır. İlluyanka ile ilgili birinci efsane ülkede bolluk ve bereketin kutlandığı Purruelli bayramının devamında anlatılmıştır. İlluyanka Gök Tanrısı’nı yenmiş ve Gök Tanrısı diğer tanrılardan yardım istemiştir. Tanrıça İnara Fırtına Tanrısı’na yardım etmeyi kabul etmiş ve önce bir ziyafet düzenlemiştir. Aynı zamanda tanrı olmayan Hupaşiya adlı kahramandan kendisine yardım etmesini istemiştir. Sonra İnara hazırladığı ziyafete mağarasında yaşayan ejderhayı da davet etmiştir. Ejderha ziyafette içtiği içkinin etkisiyle sarhoş olmuş ve Hupaşiya saklandığı yerden çıkarak canavar İlluyanka’yı halatlarla bağlamış ve Fırtına Tanrısı yanında başka tanrılarla birlikte gelerek İlluyanka’yı öldürmüştür.


Hititler’de ejderhanın yenilmesi, kış mevsiminin bitmesi ve bolluk ve bereket simgeleyen yaz mevsiminin başlaması anlamına gelmektedir. Ejderhanın mağarada yaşıyor olması ve kahramanın iki kişiden oluşması ve arada bir kadının olaya yardımcı olarak rol alması efsanenin diğer uygarlıklardaki oluşumuna katkı sağlayan ögelerdir. İlluyanka efsanesi ile ilgili Geç Hitit Dönemi’ne ait Malatya’da bulunmuş bir kabartma bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bir ortostatın üzerinde tasvir edilmiştir.


Yunan Sanatı’nda ise iki farklı efsane ve iki kahraman ejderha ile savaşır. Perseus ve Herakles efsanelerinde ejderha ile savaşırken tasvir edilmişlerdir. Aziz George efsanesi ile içerik olarak en çok benzeyeni Perseus Efsanesi’dir. Bir diğer efsane kahraman ise Herakles’tir ve daha çok Herakles’in ejderha ile mücadelesi tasvir sanatında konu edilmiştir.


Herakles’in bilindiği gibi mitolojide bir Tanrı olarak yer almasının altında yatan bu kahraman rivayetleridir, kim bilebilir. Gelecek zamanlarda fırsatım olursa sizlere Herakles hakkında ki bu ihtişamlı hikayeleri araştıracağım.


 

28 Ocak 2016 Perşembe

Tarihin İçerisinde Tarih

Bu yazımda sizlere İstanbul’un eski yapılarından bir olan ve çok sıkta bilinmeyen bir yapının tarihinden bahsedeceğim. Beyazıt Devlet Kütüphanesi…


İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıt Meydanı’nda bulunan Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Devlet eli ile kurulan ilk kütüphane özelliğini taşımaktadır. Kütüphanenin ilk binası 1506’da yapılan Beyazıt Külliyesi imaretinin bir bölümüdür.


Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin 1869’da çıkarılmasından sonra İstanbul’da genel kapsamlı bir kütüphane kurulması için Sadrazam Sait Paşa ve Maarif Nazırı Mustafa Nuri Paşa Beyazıt imaretini Maarif Nezareti’ne devredilmesini sağlamışlardır. Bundan sonra imaretin kütüphaneye dönüştürülmesi için çalışmalara 1882 yılında başlanmış, 1884 yılında da tamamlanmıştır. Bu arada Sultan II. Abdülhamit de özel bütçesinden katkıda bulunmuştur. Kütüphane, Kütüphane-i Umumi Osmani adıyla 24 Haziran 1984’te ziyarete açılmıştır.


Balkan Savaşı (1912–1913) sırasında savaş bölgelerinden kaçırılan çok sayıdaki kitap da bu kütüphaneye getirilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Beyazıt Umumi Kütüphanesi ismini alan kütüphaneye imaretin bir bölümünün daha eklenmesi ile depo durumuna getirilen kütüphanedeki sıkışıklık giderilmiştir. Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu’nun 1934’te yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye’de yayınlanan her eserden bir nüshanın bu kütüphaneye gelmesinden ötürü koleksiyonları hızla büyümüş ve yeniden yer darlığı baş göstermiştir. Bunun üzerine 1946’da yapı onarılmış, kullanım alanı genişletilmiş ve 1974’te bitişiğindeki eski Dişçilik Mektebi de kütüphaneye tahsis edilmiştir. Böylece Beyazıt Devlet Kütüphanesi 1984’te yeniden hizmete girmiştir.


Türkiye’deki uluslar arası formlara göre ilk katalog çalışması 1939’da burada başlamış, yazar ve kitap isimlerine göre düzenlenen iki katalog 1944’te tamamlanmıştır. Maarif Vekâleti de ilk Türk kataloglarının kurallarını içeren kılavuzlar yayınlamıştır. 1950 yılında Dewey Onlu Tasnif Sisteminin kabul edilmesi ile birlikte kataloglama sistemleri yeniden düzenlenmiştir.


Kütüphanede Kitap Okuma Salonundan ayrı olarak “Nadir Eserler”, “Gazete ve Dergi”, “Harita-Afiş”, “Para-Pul”, “Müzik Dinleme”, Video ve Film İzleme”, “Görme Özürlüler”, “Atatürk ve İnkilapları”, “Gazte Okuma” bölümleri bulunmaktadır. Ayrıca kütüphanede bir de lisan laboratuarı açılmıştır. Aynı anda 400 kişinin yararlanmasını sağlayan okuma salonunun yanı sıra eğitici ve kültürel etkinliklere açık konferans salonu, cilt atölyesi, personel yemekhanesi, okuyucu kantini, fotokopi servisi, mikrofiş sistemi ile çağın kütüphanecilik alanındaki tüm yenilikleri burada bulunmaktadır. Kütüphane içerisinde 600.000 civarında kitap, 11.000’i aşkın yazma, 25.000 kadar da süreli yayın bulunmaktadır.


Böylesine geniş bir hazine sahip kütüphaneye siz değerli takipçilerimin gitmesini öneriyorum. Restore edilmesiyle biz değerli insanımızın hizmetine açılan bu yapının içerisindeki mistik havayıen azından bir kez de olsa tenefüs etmenizi isterim. Hele bir de benim gibi kitaplarla içli dışlı biriyseniz hiç kaçırmayın derim. İstanbul’a geldiğinizde uğrayınız, eğer İstanbul’da yaşıyorsanız bence imkan buldukça gitmelisiniz.